Bosna Hersek’teki savaşın ciddi bir
uyanışı beraberinde getirmesine rağmen Müslüman
Boşnakları asimile hareketinin şimdi de
Dinlerarası Diyalog ile yürütüldüğüne
dikkat çeken BTP lideri Prof. Dr. Haydar Baş,
“Dinlererası Diyalog ile özünden koparılan
insanlar farklı medeniyetlerin, farklı
örflerin kurbanı haline getirilmek isteniyor”
dedi.
BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, Bosna–Hersek’e
üç günlük bir ziyarette bulundu ve bu haftaki
“Haftanın Sohbeti” Mostar köprüsünün
hemen yanıbaşında gerçekleştirildi. Prof.
Dr. Haydar Baş, Selim Kotil’in sorularına
verdiği cevaplarda Bosna Hersek’in, Mostar’ın,
Balkanların, Kafkasların, Türk dünyasının,
Ortadoğu’nun Müslüman Türk milleti için ne
anlam ifade ettiğini, bu minval üzere neler yapılması
gerektiğini anlattı.
- Muhterem Hocam, tarihi bir mekanda, Mostar’dayız.
Şu anda arkamızda Mostar köprüsü bulunuyor.
Mostar’ı nasıl buldunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş: Anadolu
şehirlerinden, Anadolu medeniyetinden, Türk
İslam görüntülerinden bir yerde kendimi
buldum. Gördüm ki Müslüman Türk milleti
hangi coğrafyaya gitmişse oraya kültürünü,
siyasetini, medeniyetini getirdi. Bu siyasetini
bir zorlama yapmadan, bir baskı kurmadan,
tamamen gönül yoluyla, hazmettire ettire
uyguladı. İnsanlarla, buralı arkadaşlarla
yaptığımız temaslarda, gezdiğimiz pazarda,
çarşısında bunu çok açık ve net olarak
yaşıyoruz.
Mostar köprüsünün önemi
Mostar köprüsündeki teknik incelikten bir iki
kelime bahsetmek istiyorum. Dikkat ederseniz
Mostar köprüsünün tekniği tıpkı kubbe
teknolojisine uygun yapılmıştır. Çok geniş
bir mekan var. Bu geniş mekanda, o günün
şartlarında, demir kullanmadan, bu koskocaman köprüyü
ayakta tutuyorsunuz. Bu, aslında hakikaten zor
bir iştir. Ama bunu bizim Türk sanat anlayışı,
mimari anlayışı zor da olsa gerçekleştirmiştir.
Böylece yukarıdan ne kadar yük binerse binsin
bu köprünün yıkılması mümkün değildir.
Bu teknolojinin yanında, bu çok güçlü bir
anlayışın, medeniyetin orada sergilenmesinin
yanında Müslüman Türk milleti aynı zamanda
hemen bu köprünün etrafında, şu kadar küçük
bir mekanda on tane küçük cami yapmıştır.
100– 500 metrede cami yaparak kendi sanatını,
kültürünü, medeniyetini buradaki insanların
gönül dünyalarını fethederek sergilemiştir.
Yine yukarıda dikkat ederseniz bir haç var. Dağın
tepesinde. Son Hırvat Boşnak savaşında bu köprü
yıkılıyor. Hemen akabinde de Hırvatlar Haçlarını
oraya dikiyorlar. Demek ki burada yapılan savaş
her hangi bir ekonomik zafiyetten, kazançtan doğan
bir savaş değil. İnançların, kültürlerin,
medeniyetlerin savaşıdır. Bu haç bunun çok
açık bir göstergesidir. Burada yapılmak
istenilen şey Haçlı kültürünün, Haçlı
medeniyetinin, burada yaşayan Müslüman Bosnalıların
üzerine hakim kılmanın bir ifade tarzı idi.
Ama yıkılan köprü Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin ilgi ve alakası ile yeniden inşa
edilmiştir. Milletin bir bireyi olarak
kendilerine buradan teşekkür ediyorum.
Fevkalade bir tarzda, eskisini hatırlatacak
mimari tarzda onu ortaya koydular.
Bosna’daki yeni tehlike:
Dinlerarası Diyalog
- Medeniyetler çatışması olduğunu ifade
buyurdunuz. Savaş döneminde en az 250 bini aşkın
Müslüman Boşnak burada katledildi. Tito döneminde,
Müslümanlar, Boşnaklar, Hırvatlar, Sırplar
kardeştir adı altında bir süreçten hadise bu
noktaya getirildi. Bu, önümüzde bir çelişki
gibi duruyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş: Tabii Tito döneminde
başlayan bir asimile hareketi vardı. Bu asimile
hareketi önce insanların kültüründe, inancında
başlatılmıştır. O günden bugüne de
bilhassa inanca yoğun bir şekilde intikal
ederek Bosnalı Müslüman kardeşlerimizin
maalesef inançları ile oynanmıştır. Bir
insanın inancı aynı zamanda örfüdür,
adetidir, geleneğidir, medeniyetidir,
siyasetidir. Yani insanların inançlarının
hayatla birebir ilgisi vardır. Siz bunu koparıp
atamazsınız. Onun için Müslüman Türk
dünyasında siyaset, kültür, medeniyet, Tevhid
akidesi üzerine bina edilmiştir. Sistemler ne
olursa olsun hepsinde bir birlik ve beraberlik
vardır. Ruhu birliğe dayalıdır. Hıristiyan
Batı dünyasında ise bu Teslis akidesine
dayalıdır. Siz bütün bu medeniyetlerin oturduğu
temel taş, zemin olan dinle oynadığınız
zaman o milletlerin medeniyetleri ile,
siyasetleriyle, kültürüyle oynarsınız. Zaman
içerisinde yetişen nesiller asıldan çok
uzaklaşır ve kendinden kopar. Burada o
yapılmıştır. Mesela burada
karşılaştığımız insanların halinden,
yaptığımız sohbetlerden, bize gelen
bilgilerden bu asimile hareketlerinin sonunda o
kadar Bosnalı kendinden koptu ki kendini unuttu.
Vurdumduymaz bir pozisyona girdi. Ama son Sırp
Hırvat savaşı bir ders oldu. “Hani
kardeştik. Tito döneminde bu böyleydi. Biz
Müslüman kadınları bunlarla evlendirdik. Biz
kardeş olacaktık. Demek ki bunların hepsi bir
hikaye, hepsi bir aldatmaca” denilmek suretiyle
o günden bu tarafa Bosnalılarda ciddi bir
uyanış var. Fakat bu yoğun hareket, asimile
hareketi, savaştan hemen sonra Dinlerarası
Diyalog adı altında yine devam ediyor. Ki Türkiye’de
zaten bu hareketin girmediği, istila etmediği
bir şey de kalmadı. Bu, büyük bir hastalıktır.
Müslüman Türk’ü içten içe kemirmek, onu hıristiyan
yapmaktır Dinlererası Diyalogun özü. Başka
bir şey değildir. İnsan kendi kurallarından
koptuğu zaman, nasıl aç olan insanın önüne
siz yiyeceği gıdayı koymazsanız zararlı da
olsa her gıdayı yemek mecburiyetinde kalır.
İnançlar da böyledir. Kendine has olanı,
kendine faydalı olanı bulamadığı zaman
önüne gelene sarılır. Yani sahte ilahlara
sarılması bir tabiat zorunlamasıdır.
Fıtrattan gelen bir ihtiyaçtır. Burada ve dünyada
oynanan oyun bu. Dinlerarası Diyalog ile kendi
özünden kopartılan insanları farklı
kulvarlara sürükleyerek, farklı medeniyetlerin,
farklı örflerin kurbanı haline getirmektir.
Buralarda aynı şey uygulanıyor.
Türkiye sırtını dönmüş
vaziyette
Burasını da ayıktıracak olan, daha önce
buralara bu medeniyeti kazandıran Türk milleti
olacaktır. Onun için Türk milletinin,
Balkanlarda, Kafkaslarda, Türk dünyasında,
Ortadoğu’da çok güçlü bir politikası
olması lazımdır. Bir hariciye politikası
olması lazımdır. Ama maalesef bunu biz bugün
göremiyoruz. Şu anda hariciye politikamız
sanki kendi kendine mahkum olmuş, esir olmuş
bir anlayış içerisinde, sanki biz dünyaya
muhtaçmışız mantığı içerisinde gidiyor.
Bu halde himmete muhtaç olan dede nasıl
başkasına himmet edemez ise görüntümüz de
bir başka topluluğa yardım etmek, onu bir
noktaya taşımak değil bilakis onlardan
uzaklaşma dönemine girmiştir. Çünkü bizim
kendimize olan itimadımızı kaybetmişiz. Bugünkü
siyaset bunu kaybetmiştir. Aslında buna dönmek
lazım. Milletin kendisine dönmesi lazım.
Kafkaslar politikasını, Balkanlar
politikasını ele alarak bir bilek, bir yürek
olmamız lazım. Buraya geldik. Kendimizi hiç
Anadolunun dışında bir mekanda gibi hissettik
mi? Herkes bize sıcak bakıyor. Sanki aylarca,
yıllarca beraber yaşadık. Mesela Saraybosna’da
Başçarşı’da çok ciddi bir medeniyeti,
kültürü hep beraber yaşadık, gördük. Bu
insanlar bizden bunu bekliyor. Ama biz buralara
maalesef sırtımızı dönmüş vaziyetteyiz.
Siyasilerin kulaklarını, gözlerini açarak,
nazarlarını biraya tam teksif ederek o birliği
hayata geçirmeleri lazım.
Müslüman Türk kimliğinin
önemi
- Muhterem Hocam, ifade ettiğiniz gibi
Dinlerarası Diyalog süreci ile Bosna Hersek bu
noktaya kadar getirildi. Benzeri olay Irak’ta
da yaşandı. Irak ilk işgal edildiğinde
Iraklı kadınların işgalcileri güllerle karşıladıklarını
gördük. Ama ondan sonra o bölge insanı büyük
bir eziyet ve işkence ile karşı karşıya
kaldı. Kendi ülkemizde de Dinlerarası Diyalog
adı altında insanımız kendi akaidinden ve
kimliğinden kopartılarak kendi devleti ve
kimliği ile adeta karşı karşıya getiriliyor.
Bu noktada siz her konuşmanızda sık sık Müslüman
Türk kimliğinden bahsediyorsunuz. Buranın
insanının da kimliğini kaybettiğini ifade
ettiniz. Müslüman Türk kimliğinin niye bu
kadar üzerinde duruyorsunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş: Müslüman Türk
kimliği insanlık kimliğidir. Bunu çok iyi
bilelim. Biz, geçmişimizi, milletimizi, Türk
milletini tanımadığımız için ona verilmesi
gereken değerden haberdar değiliz. Türk
milleti bir defa insan olarak insani değerlere,
tarihin her döneminde, Müslüman olmadan önce
de değer vermiştir. Müslüman olduktan sonra
yürüdüğü yolda karıncayı bile
incitmemiştir. Eğer Türk milleti kabadayıdır.
Atının sırtından inmemiştir. Obalardan
obalara delikanlı gibi gitmiştir. Ama hiç bir
insanın hakkına tecavüz etmemiştir. Gezdiği
coğrafyalarda can, mal, namus, din ve vicdan
emniyetini doya doya bütün insanlığa
yaşatmıştır. Fakat bunları yaşatırken de
kendi kültürünün, kendi medeniyetinin, kendi
siyasetinin üstünlüğüne inanarak onu hayata
geçirmiştir. Gittiği coğrafyalarda o kültüre,
o medeniyete, o insanlığa bütün insanlık
adeta aşık olmuştur. “Biz de bundan
olacağız. Biz de bununla beraber olacağız”
demek suretiyle bu kimliğe bürünmüştür. “Ben
Türküm” demiştir. Bugün dünyanın global güçleri
bir coğrafyaya gidiyor. Yaptığı iş
yağmalamaktır, talandır. Ondan sonra da “Niye
beni filan millet sevmiyor” diyor. Elbette seni
sevmez. Eğer onlar da gittiği coğrafyalarda, Türk
kimliği gibi, onların canına, malına,
namuslarına, dinine dokunmamış, bilakis
korumuş olsaydı bu durumdan şikayet
etmeyeceklerdi. Korumadıkları için dünya
onlardan mustarip oldu. “Senin varlığın
benim yokluğumu gerektiriyor” diyorlar. Müslüman
Türk kimliği ise bu değildi. Geçmişte
kimsenin varlığını tehdit etmedi. Gitti,
onlara emniyeti getirdi. Şimdi bütün dünya bu
anlayışa, bu iffete, bu haysiyete, bu şerefe,
bu telakkiye muhtaç. Bunu arıyor. Bu izzeti, bu
gururu arıyor. Evet Saraybosna’ya, Mostar’a
geldi. Ama Türk burada bir zulüm yapmadı. Ne
yaptığını görüyoruz. Onlar da gururla Türk
milletini seyretti. Medeniyet getirdi. Bir
medeniyetin taşıyıcısı oldu. Şimdi de Türk
milletinin üzerine düşen misyon budur. Dünyayı
işgal etme projeleriyle, insanlığa bir veba
hastalığı şeklinde global güçlerin tasallut
etmesi ancak Türk milletinin insanlığa sahip
çıkmasıyla önlenebilir.
Kaynaklar peşkeş çekiliyor
- Türk milletinin insanlığa sahip çıkması
mefkuresini milletimizin önüne koyan tek kişi
sizsiniz. Ama maalesef Türk siyaseti çok daha
başka yerde duruyor. Bırakın buralara sahip çıkmayı,
kendi kaynaklarımızı adeta özelleştirme adı
altında bedavadan, ucuz fiyata devrediyor.
Sayın Maliye Bakanımız da örnek olarak bize
Balkanlardaki ülkeleri gösteriyor. Bununla
ilgili yaptığımız araştırmalarda gerek
Bosna, gerek Bulgaristan, gerek Macaristan vs. de
%70’lerde olan kamu payının % 25’lere düştüğünü
görüyoruz. Yer altı, yer üstü kaynaklarının
adeta global güçler tarafından
yağmalandığını görüyoruz. Tam bu noktada
geçen yıl 8,4 milyar dolar devlete katkıda
bulunan TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi var.
Adeta bu coğrafya Türkiye ile benzeri bir
kaderi yaşıyor. Bu özelleştirme sürecini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş: Global güçlerin
bir amacı da girdikleri coğrafyanın yer altı
kaynaklarına tamamen hakim olmaktır. Onların
amacı kendi menfaatleridir. O topraklar
üzerinde yaşayan insanların geçimiymiş,
emniyetiymiş, asayişiymiş; onları hiç
ilgilendirmez. Bunu nereden biliyorsunuz?
Girdikleri her coğrafyada insanların canını
yakmışlardır da ondan biliyoruz. Mesela Irak’a
demokrasi gelecekti, insan hakları gelecekti;
geldi mi? Rahmetli İzzet Begoviç’in en
sonunda kanser hastalığına yakalanması
nedendir? Sırp ve Hırvatlara karşı zaferle
bitmiş netice var. Ama global güç “hayır”
diyor, “ben burayı şu şekilde taksim
edeceğim” diyor. Bosnalıların etrafını
Hırvat ve Sırplarla çeviriyor, kuşatma
altına alıyor.
Bu savaş kıyamete kadar dinmez. Biz diyoruz ya
“kültür mücadelesidir, medeniyet
mücadelesidir”; bunu çok açık olarak burada
görüyoruz. Bunu yapan global güç, Bosnalının
yer altı kaynağını ona bırakır mı?
Balkanlardaki yer altı kaynaklarını onlara
bırakır mı? Elbette bırakmaz. Bırakmadığı
için % 70 kamu malı olan değerleri % 30’a
indirmiştir. Bunları bedava fiyatına
almıştır. Aynı hareket Türkiye’de de oynanıyor.
Türkiye de aynı kaderi paylaşıyor.
İnşaallah siyaset aklı başında bir tavır
takınır da bu yanlış davranışlarından vaz
geçer. Aksi takdirde bunun gelecek zamanlar
içerisinde hesabının sorulması belki de kaçınılmaz
olabilir. Milletin malı, serveti, millete ait
olan değeri, “İşte dünya globalleşiyor,
özelleşiyor, kamu gücü, Kamu İktisadi
Teşekkülleri özelleşiyor” diye hiç kimse
Türk milletinin zararına peşkeş çekemez.
Türkiye AB ile bölünmek
isteniyor
- Eski cumhurbaşkanı sayın Süleyman
Demirel’in bir açıklaması oldu. “Türkiye
Yugoslavya yapılmak isteniyor” dedi. Malumunuz
Bosna Hersek’te bir çok kanton var. Altı ayda
bir de Bosna Hersek’in cumhurbaşkanı
değişiyor. Burada bölük pörçük bir yapı
hakim. Sayın Demirel’in geçenlerde ifade ettiğini
siz 1990’lı yılların başında, kendileri
iktidarda iken, “Eğer önüne geçmez isek
Türkiye Yugoslavya yapılacak. Hatta Türkiye’nin
önüne Sevr getiriliyor” demiştiniz. O zaman
Türk siyaseti bu gibi söylemlere çok uzak bir
noktada duruyordu. Şimdi gelinen noktada Türkiye’nin
benzeri bir modelin içine doğru sürüklendiği
görülüyor. Sayın Başbakanımızın da bu
hususta talihsiz bir açıklaması oldu. “Kürt
sorunu” dedi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş: Sayın Süleyman
Demirel hakikaten Türk milletinin yetiştirdiği
ender siyasilerden biridir. O zaman da belki
aynı şeyi düşünmüş olabilir. Ama bugün
bunu ifade etmiş olması o zaman bunu düşünmüyor
manasında değildir. Belki onu o gün düşündüğünde
bunun içinden nasıl çıkarız sorusunun
cevabı henüz tespit edilemediğinden söylenmemiştir.
Sayın Demirel gibi zeki bir insanın bunu o gün
görmemesi mümkün değil. Ben görmüştür
kanaatindeyim. Bugün de söylemiş olması bizim
için çok büyük bir nimettir. Halkın
ayıkması bakımından, duyarlı olması
bakımından bu sözler tarihi senettir. Dediğiniz
gibi biz bunu 1990’lı yılların başında söyledik.
Hatta 1997 senesinde “Dini bütünlüğümüz
milli bütünlüğümüzdür” oturumunda
bendeniz kapanış konuşması yaptığımda, Türkiye’nin
Yugoslavya şartlarına itildiğini, Sevr’in
çok ötesinde zamanları yaşayacağımız sürece
girdiğimizi ifade ettiğimde hiç unutmam bir
partinin daha evvelki Hariciye Bakanı, “Siz
birtakım şeyler düşünüyorsunuz ama abartıyorsunuz”
demişti. Biz, kendilerine delillerle cevap
verdik. Aradan bir yıl geçmeden bizi telefonla
arıyor. “Özür dilerim” diyor. “Sizin
hakikaten o gün gördüğünüz artık çıkmaya
başlamıştır” diyor. Sayın
Cumhurbaşkanımız Süleyman Beyin söylediği
gibi artık o günün şartlarında bakanlık,
vekillik yapmış insanlarımızın tamamı
ayıkmıştır. Benim asıl anlamadığım şu
anda iktidar olan siyasetin aleni olarak ortaya
çıkmış haliyle yabancı güçler tarafından
Türkiye’yi bölme projesinin hayata
geçirilmek istenmesini ısrarla görmemesidir.
Niye bunu görmek istemiyor? AB aşaması da Türkiye’nin
bölünme sürecinin üzerinden geçtiği bir
aşamadır. Türkiye’nin AB’ye girmesini ABD
istiyormuş! Bunun sebebi Türkiye parçalansındır.
O dese bütün şimşekleri üzerine çekecek.
Ama AB üzerinden Türkiye parçalanırsa ABD’nin
üzerine hiç bir şey olmayacak. Burada
taktikler savaşıyor. Burada bütün mesuliyet
siyasetindir. Ayık olması, oyuna gelmemesi
lazımdır.
Devlet Millet Birliği
Şarttır
- Siz sık sık devlet–millet
beraberliğinden bahsediyorsunuz. Son dönemlerde
askeri kademelerden de “Türkiye Filistin yapılmak
isteniyor” diye açıklamalar geliyor. Gerçekten
de buralarda yaptığımız tespitlerde buradaki
insanların en büyük sıkıntısının askeri gücünün
olmaması olduğu görülüyor. Bu minvalde
devlet–millet, asker–sivil birliği gerçekten
bu kadar mı önemli ki her fırsatta ifade
ediyorsunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş: Biz, belki olması
gerekenin %10’unu konuşuyoruz. Ne demek;
Devletle millet birbirine ters düşebilir mi?
Siville asker birbirine ters düşebilir mi? Bizi
son zamanlarda öyle bir noktaya sürüklediler
ki çocuğunu askere gönderirken kurban kesiyor,
davulunu–zurnasını çalıyor, horonunu
oynuyor, vs yapıyor; ondan sonra çocuğunu gönderdiği
bu ocağa karşı çok ciddi bir ayrılık
psikolojisine sokuluyor. Bu milletin kendisine
has bir tarz değil. Milleti o noktaya sürüklemek
isteyen yabancı güç odakları var. Maalesef
onların Türkiye’de de ajanları var. Milleti
gaflete getirip devleti ile, milleti ile karşı
karşıya getirmek istiyorlar. Devleti millete,
milleti devlete, askeri sivile, sivili askere düşürmek
istiyorlar. Bu korkunç bir oyundur. Bunu
görmeyen bir insan milleti de kabul etmez,
devleti de kabul etmez. Devletten yana
görünmesi de roldür, milletten yana
görünmesi de roldür. Onun için biz diyoruz ki
bu beraberliğin olması farz–ı ayndır. Farz–ı
kifaye değildir. Yani bir bilek bir yürek olmak
mecburiyetindeyiz. Olduğumuz takdirde bütün
zorlukları aşacak iradeyi Türk milleti
gösterecektir. Türk milletine güvenelim.
Üzerine düşeni her kurumunun yeri ve zamanı
geldiğinde yapacağına inancım benim tamdır.
- Türkiye’nin buralara yönelik çok güzel
projelerinden olabileceğinden bahsettiniz. Şu
andaki iktidarların buralarla ilgili projeleri
yok. Gelecekte buradaki insanların tabir–i
caizse anavatanından beklentisi olabilir mi?
Prof. Dr. Haydar Baş: Kesinlikle olabilir.
Olması da şarttır. Zaten bir bütünün
parçalarıyız. Mühim olan o bütünü biraraya
getirmektir. Kısmet olursa bu anlayışın
iktidar olduğu dönemde millet bunu yaşayarak görecektir.
[21.09.2005]
Bu haberin görseli için lütfen
aşağıdaki linke tıklayınız
http://www.btp-haber.com/images/haydarbas376x250.jpg
|